Doç. Dr. Bekir TUĞCU
1970 yılında İstanbul’da doğdum. Tıp fakültesini bitirdikten sonra, 1998’de Nöroloji uzmanı ve 2005 yılında Beyin ve Sinir Cerrahisi uzmanı oldum. 2013 yılında Doçent ünvanı aldım. 2017 yılından beri Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniğinde Eğitim sorumlusu, klinik direktörü olarak çalışmaktayken, 2020 Mayıs ayında yeni açılan Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesinde Beyin cerrahisi kliniğini kuran ekibin içinde yer aldım .1990 yılında, İFSAK (İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği)’da başladığım fotoğraf yolculuğum, ağırlıklı olarak insan öğesini ve yaşadığı çevre, yaşam şartları ile bağlantılarını ortaya koyduğum fotoğraflarla devam ediyor. Daha çok belgesel fotoğraf ya da doğrudan fotoğraf denilen gerçek yaşamın içinden gerçeği tespit
eden, konuşan, anlatan, bir diyeceği olan fotoğraflar çekiyorum. Çok sayıda karma sergide fotoğraflarım ile yer aldım. Tuğba Kırallı ile birlikte gerçekleştirdiğim “Tersane-i Amire” çalışması 2010 yılında Uğur Varlı sanat galerisinde ve Büyükçekmece Mimar Sinan Kervansarayında sergilendi. 2017 yılında “Aklımda kalan suretler” kişisel sergim Büyükçekmece Atatürk Kültür Merkezinde sergilendi. “Mangal kömürcüleri”, “Mardin”, “Cansız bedenler”, “Ömürlük” konulu foto hikayelerim birçok yerde yayınlandı. 2006 yılından bu yana yurtdışı ve yurtiçi çok sayıda FIAP, PSA ve UPI patronajlı yarışmalarda fotoğraflarım ile dereceler, ödüller aldım ve fotoğraflarım sergilenmeye layık bulundu. Birçok ilde fotoğraf kulüplerinde, okullarda ve kongrelerde 100’ün üzerinde sunum yaptım. 2017 yılında Prof Güler Ertan’ın “Türk Fotoğrafında 1960’tan günümüze” kitabında yer aldım. 2013 yılında Emirates Photography
Competition kapsamında tüm dünyadan Abu Dhabi’ye davet edilen 70 fotoğrafçı içinde yer aldım. 2012 yılında AFIAP (Uluslararası Fotoğraf Sanatçısı) ünvanı aldım.2011 yılında Sami Güner kupasını kişisel olarak kazandım. 2012 yılında ise iki kişilik çalışmalar ile Sami Güner kupasını ikinci kez almaya hak kazandım. 2009-2010 sezonunda, İFSAK’da yılın başarılı fotoğraf sanatçısı ödülünü aldım. İFSAK ve BÜFOD üyesiyim. Her iki dernek bünyesinde de temel fotoğraf kurslarında eğitmenlik yapmaktayım. Evli ve 2 kız çocuk babasıyım.
Ülkeyi eşsiz kılan özelliklerden birisi renklerle danseden şehirleridir. Bir yanda ülkenin batıya açılan yüzü ¨beyaz şehir¨ Casablanca, her sokağın masmavi olduğu ¨mavi inci¨ Chefchaouen, yemyeşil Atlas dağlarını aştıktan sonra turuncunun bin bir tonuyla Sahra çölünde ¨kızıl şehir¨ Marrakesh. İşte bu eşsiz ülke bu özellikleri ile her yıl milyonlarca turisti ve binlerce profesyonel fotoğrafçıyı kendine çekmektedir. Ben de bu ülkeyi tamamen fotoğrafa yönelik düzenlediğimiz bir gezi planı ile üç kişi ile birlikte gezdim. Casablanca’ya indikten sonra çok zaman geçirmeden kiraladığımız arabamız ile kuzeye ve ülkenin iç kısımlarına doğru yöneldik. Mavi inci, Chefchaouen şehri bu gezide en merak ettiğim iki yerden biriydi. Klasik Fas gezilerinde sıklıkla yer almayan bu şehir eski medinası yani eski merkezinin tümüyle
mavi olması nedeniyle bu ismi almıştır. Sinek, arı ve böceklerden korunmak amacıyla yüzlerce yıl önce köylüler tarafından maviye boyanan şehir, günümüzde bu özelliği ile turistlerin ilgisini çekince maviye boyama geleneğini devam ettirmektedirler. Fotoğrafçılar için adeta bir film platosu sunar.
Gözün alabildiğine her yerde yerler, duvarlar kapı ve pencereler mavinin tonları ile bezelidir. Bu nefis ortama karşılık yaşayanların, belki biraz bıkmışlıktan, belki dini nedenlerle ama sanırım en çok da kültürleri nedeniyle fotoğrafçılara yaklaşımlarının dostça olduğu söylenemez. Çoğu zaman fotoğrafa izin vermezlerken bunu bazen agresif bir şekilde de gösterebiliyorlar. Yine de daracık mavi sokaklarında geçen iki gün bize sürpriz fotoğraflarla da fazlasıyla memnun etti. Meknes’e birkaç saatlik yolculuktan sonra varıyoruz ve hızla bizi bekleyen Medinasının dar ve labirenti andıran sokaklarında kayboluyoruz. Fas’ın bu coğrafyasında çok nadir rastlanılan şiddetli bir yağmur ve dolu bile keyfimizi kaçıramıyor ve kapalıçarşıyı andıran labirent benzeri sokaklarda her köşe başında bir fotoğraf bizi bekliyor. Meknes sonrası rotamızın üstünde yine çok yakın ama çok önemli bir şehir var Fes. Fes şehri Fas krallığının tarihi 4 başkentinden biri ve ülkenin en kalabalık ikinci şehri. Osmanlılarda sıkça tercih edilen fes, burada üretili ve imparatorluk merkezine ulaştırılırdı. Bu nedenledir ki Fas ismi ni bu ülke için kullanan yegane milletiz.
Fes şehri surlar içinde çok iyi korunmuş bir eski şehir merkezine sahip. Meknes’e benzer daracık sokaklar ve karmaşa burada da mevcut. Müthiş otantik atmosfer içinde dolaşırken kahvelerimizi ya da nane çayımızı yudumlamak ayrı bir zevk. Berberi kahvesi dedikleri kahve yoğun bir aromaya
sahip. Fes şehrinde bizi heyecanlandıran ikinci unsur ise Sepiciler yani tabakhaneler. Eski usul ile deri üretimi buranın ana geçim kaynaklarından ve burayı fotoğraflamadan şehirden çıkmak düşünülemez.Sırada Atlas dağlarını geçmek vardı. Uzun süren yol boyunca İsviçre Alplerini aratmayan yeşil bölgelerden geçtik, Güneye ve içeri doğru yolculukta dikkati çeken en önemli şey coğrafyanın giderek ıssızlaşması ve yerleşim yerlerinin seyrekleşmesi, kıyafetlerin değişimi idi. Artık giderek coğrafya turuncu renginin hakimiyetine giriyor ve Sahra çölünü müjdeliyordu. Sahra çölü dünyanın en büyük çölü. Merzouga, Sahra Çölü’nün kenarında bir köy ve gözünüzün alabildiği her yer kum ve kum tepeleri Kumullar özellikle biz fotoğrafçılar için sabahı ayrı akşamı ayrı güzel ışık veriyor. Konaklama yapılan yerden çöl içine yapılan develerle 2 saatlik yol mutlaka deneyimlenmeli ve fotoğrafçı için hayallerin gerçekleştiği anlar.
Çöl içinde berberi çadırlarında Geleneksel Tajin yemeğini tatmak, berberi müzikleri ile geceyi geçirmek ve gerçek zifiri karanlığı görmek müthiş bir deneyim. Ve tabii fotoğraf hayatımda unutamayacağım kareler…
Çölü ardımızda bıraktıktan sonra tekrar Atlas dağlarına doğru yer alırken, birçok ünlü filmin çekildiği Film stüdyolarını ziyaret edip bir günümüzü Ouerzazate ve Ait ben Haddou’a ayırdık. Mumya, Cennet krallığı, Kundun,
Ben Hur, Spartaküs, Babil, Gladyatör ve son olarak Game of Thrones filmlerinin bu bölgede çekildiğini belirtmek gerekir. Atlas dağlarını ikinci kez zorlu bir yolculukla geçtikten sonra rotamızı Marrakesh kentine çeviriyoruz.
Muhtemelen en turistik Fas şehri olan Marrakesh kırmızı şehir olarak bilinir ve kadim başkentlerden biridir. Marrakesh, bölgede bolca bulunan kızıl renkli topraktan yapılmış evleriyle ünlü. Marrakesh’in simgelerinden biri ünlü Kutubiyye Camii diğeri ise en hareketli ve ünlü noktası, eski şehrin merkezindeki Câmiu’l-Fenâ Meydanı.
Kıyamet günündeki toplanmayı andıran bir kalabalığı sembolize ettiğinden dolayı bu adı alan meydanda yemek mekânları, maymun oynatıcılar, seyyar satıcılar, salyangozcular, cafeler, restoranlar, camiler bir arada. Burası Fas kültürünün harmanlandığı yer. Yine şehrin merkezindeki Souk’lar üstü bambularla kapalı dar sokaklarla dolu bir çarşı. Son durak ise İstanbul’a uçuşumuzu yapacağımız
Casablanca, beyaza boyalı evleriyle ünlü ve Fas’ın finans ve iş merkezi konumunda ve Avrupaya bakan yüzü olarak ülkenin en modern şehridir. Özellikle dünyanın en büyük ikinci camisi olan Hasan 2 Camii ile meşhurdur. Modern yüzü ile biz fotoğrafçılara çok fazla hitap etmediğini söyleyebilirim. Rotada yaptığımız toplam 2400 Km lik yol da artık bizi iyice yormuştu. Fas’dan rengarenk şehirleri ve kültürünü tanımanın keyfi, lezzetli yemekleri ve bol fotoğraf ve anı ile dönüş yolculuğuna geçtik.